30 Aralık 2013 Pazartesi

Yeni Yıl Dileklerim






'' ah, kimselerin vakti yok
durup ince şeyleri anlamaya ''*

biliyorum, siz kesin kara saçlarınızı yine de

''kestim kara saçlarımı n'olacak şimdi
Bir şeycik olmadı -deneyin lütfen- *


demişti inceliklerin şairi. Denemekten korkmadığınız, tazelendiğiniz, yenilendiğiniz, arındığınız bir yıl olsun, bahar tazeliğinde... Gidenlerin yerine yenileri koyabildiğiniz, kırgınlıklarınızı, öfkelerinizi, yılgınlığınızı doğru kanallardan akıtabildiğiniz, gözlerine bakıp da birbirinizi anladığınız güzel insanların hep yanınızda olduğu bir yıl olsun. Durduğunuz eşikte aklınız ve kalbiniz birlikte rehberlik etsin size.

Meraklı, istekli, diri, ferah, sağlıklı,  huzurlu, bol kitaplı, patili...

Daha sayayım mı? Saymayayım, aslında fotoğraf yeni yıldan beklentilerimi yansıtıyor. Nazenin, kırılgan tarafımı, bahara, sadeliğe, hem de tatlıya  olan düşkünlüğümü . Yeni yıla ağzınız tatlı girin istediğimden bu tarifi uygun gördüm bugün için. Aslında hiç aklımda yoktu şu görüntü. Haftalardır fırınımla aramıza giren soğukluğu gidermek için yapmıştım limonlu keki. Blog fırtınasının ucunu iyiden iyiye koyverdiğim günlerde Zehra'cığımda gördüm tarifi. Genellikle onun şahane pastalarına bakar iç geçiririm. Lamington keki görünce dedim ki benim limonlu kek de dönüşüversin lamingtona, iç geçirmem hiç değilse bu seferlik,  iyi de ettim ! Tarifim şöyle:


Malzemeler:


  • 1,5 su bardağı toz şeker
  • 3/4 su bardağı limon suyu
  • 125 gr adet limonun kabuğu rendesi
  • 3/4 oda ısısında tereyağ
  • 1 su bardağı süt
  • 4 yumurta
  • 2,5 su bardağı un
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1/2 çay kaşığı karbonat
  • minicik tuz

Sos için:

  • 200 gr süt kreması
  • 100 gr bitter kuvertür

Hazırlama:



Toz şekere limon kabuğu rendesi eklenerek parmak uçları ile ovalanır.

Yumurtalar eklenerek şeker iyice eriyene dek çırpılır.

Sırasıyla limon suyu, tereyağ, süt eklenir ve çırpılır.

Un kabartma tozu ve karbonatla birlikte elenerek eklenir.

Tuz da katılarak tahta bir spatülle iyice karıştırılır.

Yağlanmış tepsiye ince bir tabaka halinde dökülür.

Önceden ısıtılmış 200 derece fırına verilir.

Beş-altı dakika sonra fırının ısısı 180 dereceye düşürülür.

Pişip kürdan testinden geçen kek fırından alınır.

Dışını kaplamak için süt kreması küçük bir kaba alınır ve kısık ateşte ısıtılır. (kaynamayacak)

Bitter çikolata eklenir ve karıştırarak erimesi sağlanır.

Çikolata eridiğinde sos ocaktan alınır, karıştırarak soğutulur.

Kek de yeterince soğuduğunda küçük kareler halinde dilimlenir ve bir çatala batırarak önce çikolata sosa, sonra tabakta bekleyen bolca hindistan cevizine bulanır.

Bu nefis tadın yıl boyunca damaklarınızdan eksilmemesini diliyorum.

sevgiler

Necla





* Gülten AKIN


23 Aralık 2013 Pazartesi

Yılın Enleri-2

Yılın enlerine nefis çörekotlu kurabiyelerle devam ediyoruz.



Sırada baharın güzelliği çileklerle, bezelerle donanmış kuplar var.



Şahane, her şeyiyle tastamam bir et yemeği ile kısa bir ara verip, son üçü bekleyelim.




10 Aralık 2013 Salı

Çikolata, Her Dem !




Daha evvel kardan, soğuktan, pazar tezgahlarındaki donuk renkli sebzelerden, marketten aldığın kokusuz ayvadan, erimiş karlardan, buzdan, ıslak kaldırımlardan, şemsiyeden, kat kat giyinmekten, sıcak evinde evsizleri, yakacağı olmayanları düşünmenin verdiği huzursuzluktan, birbirine sokulup ısınmaya çalışan sokak kedilerini düşünmekten, puslu sabahlardan, yumuşak battaniyeden, çiçeksizlikten, ayazdan, kuş cıvıltısını özlemekten, hava durumu haberlerinden   duyduğun  sıkıntıdan  kurtulmak için sarılmışsındır bir dilim keke ve çikolata kavanozuna.

Bugün telefonun ucundaki ses dünyanın en güzel sesi olmuştur, dökülen aşk sözcükleri ayaklarını yerden kesmiştir. Sen yine elinde çikolata kavanozu ve kaşıkla bulmuşsundur  kendini...

9 Aralık 2013 Pazartesi

"Kalbin, aklın tanımadığı gerekçeleri vardır.''



Bir kafedesiniz, başınızı kaldırdınız ki kimi göresiniz! “Kimi” kısmı size kalmış, buyrun yazıda anlatın.

der blog fırtınası dokuzuncu gün ödevim. Başımı kaldırdığımda görmek istediğim kişi bir roman kahramanı. Sıcak Külleri Kaldı'da sevip, ayrılırken üzüldüğüm,  Erguvan Kapısı'nda bulunca sevindiğim o güçlü kadın: Ülkü Öztürk.

Onunla kahve içmek istiyorum Bozcaada'da denize karşı, püfür püfür. Saçları uzamış olsa yine, rüzgardan zaman zaman yüzünü kapatan saçlarını Arın'ın hediyesi tokayla toplasa, sohbet etsek, neşeli.  Geçmişini ayrıntılarıyla bildiğim, hüznüne, acılarına ortaklık ettiğim, hatta ağladığım bir kadınla karşı karşıya olmanın şaşkınlığından kurtulamasam.

Aşk, devrim, inanç, yılgınlık, direniş, hasret, sürgün, evlat, anne, Umut, gitmek, vazgeçmek, özlemek, acı, dayanmak, işkence, cezaevleri, açlık grevleri, ölüm oruçları, kaybetmek, kavuşmak, telefon başında beklemek ... Ah ne çok şey var onunla konuşmak istediğim!

Hep tehlikeli sularda gezilmiş ve geri çekilmeye niyet edilmemiş, gelecek planı kurulmamış, cesur sevişmeler, keder ve çaresizlik barındıran, doyasıya yaşanamamış bir aşktan kalanları konuşmak istiyorum. Yıllar da geçse baştan alınan, ilerlemeyen,  bitirilememiş '' her ayrılıktan sonra küllendiği sanılan ve her defasında kendi küllerinden doğan''* Arın Murat ile aşklarını, yirmi beş  yıl sonra karşılaşmanın ağırlığını anlatsa bana.   Ve bu aşka eşlik eden mimozalar, papatyalar geçse gözlerimizden...


Sonra hayatına giren diğerleri: oğlu Umut, Ömer Ulaş, Derin, Theo ve diğerleri... Hepsinden biraz konuşsak. Sürgün yılları, yıkılan Berlin Duvarı, yıkılan heykeller, sorgusuz sualsiz inanılan  sosyalizm, devrimci geçmiş, kuşağının çektiği acılar, ödenen ağır bedeller, çocuklarını yiyen ülkede anne olmak, kadın olmak, evlat acısı... Hepsi ağır gelecek biliyorum, yaralarını kanatamam yeniden. Bu yüzden sussak, ben sormasam;  gözlerinde, ellerinde, duruşunda arasam cevaplarımı. "Kalbin, aklın tanımadığı gerekçeleri vardır.'' satırı düşmüş bir kere hatırıma...

Kahvemiz bittiğinde eve davet etsem. Kağıda koysam somonları, biraz deniz tuzu, biraz karabiberle. Yanına da verev doğranmış bir pırasa, bir de havuç, azıcık beyaz şarap döksem, azıcık da zeytinyağı gezdirsem. Kağıdı sıkıca sarıp koysam tepsiye, yanına brokoliler, üzerlerine  zeytinyağı, tuz ve karabiber sadece. Fırın iki yüz derecede, on on beş dakikaya pişse hepsi, biz şaraplarımızı yudumlayıp masayı hazırlarken. Yemek uzun sürse, o unutulmaz filmin unutulmaz sahnesindeki müzik eşlik etse bize, içimde yankılansa şiiri:

kurtarmak için kayıp ruhunu şehrin 
gizli, viran bir kapıdan giriyor 

başında erguvan tacı 
erguvan giyinmiş 
yaraları erguvan 
münkir bir keşişin gölgesinin ardından 
kutsal bilgeliğe doğru yürüyor.





* sayfa 117

5 Aralık 2013 Perşembe

Meftune






Rüyalar biz kadınların tekelinde sanki. Erkekler pek rüya görmediklerini söylerler. Ya da onlara öyle geliyor; zira bilim her gece rüya gördüğümüzü söylüyor. Rüya görmedim diyen hatırlamıyormuş; içimizde/ ıssızlarımızda/ kuytularımızda yaptığımız bu renkli gezintiyi biz kadınlar mı önemsiyoruz acaba daha çok? Freudyen yaklaşımla: günlük hayatta derinlere ittiğimiz, toplumsal kontrol mekanizmalarını içselleştirip, tek düzeleştirmeyi becerdiğimiz ruhlarımız çırılçıplak günyüzüne -yoksa gece yüzüne mi demeliyim- çıkıveriyor; yönetmeni, ''recisörü'', senaristi, çoğunlukla başrol oyuncusu kendimiz olmak üzere.

Yıllar önce görüp, unutamadığımız rüyalarımız var, üç beş yılda bir tekrarlayan rüyalarımız var, hatta arkası yarın kıvamında, devamını çektiğimiz soap opera rüyalarımız...

Sınav rüyalarımız var, öğrenim hayatım biteli on altı yıl olmuş, ben hala arada adını bilmediğim, kitabını açmadığım sınavları beklerim derslik kapısında. Çocuklukta yatağa çiş yaparken kendimizi tuvalette gördüğümüz rüyalar sonlandı çok şükür. Hem kaçınız koynunda uyanan adama, geceleyin yazdığınız senaryoda başka kadınla kol kolaydı diye ters ters bakmadı hıı?

Rüyalara çağlar boyunca geleceğin habercisi olarak bakılmış. Yunan Mitolojisi'nden tutun da farklı dinlere, hatta İbn-i Haldun'a, Hipokrat'a kadar. Biz eksik kalır mıyız? Laboratuvarda da çalışsak, en okumuş, en yazmış, en aklı selimimiz de olsa rüyalarımızdan anlam çıkarma çabamız oluyor işte. Anlamlar çıkarmaya çalışıyoruz rüyalarımızdan, koca fanusunu önüne almış, suratında koca beni, elinde sigarasıyla yaşlı bir çingene kadını dinler gibi. Hatta işi ileri götürüp ''Rüya Tabirleri'' kitabını yanından eksik etmeyenlerimiz var, annem gibi.

Bazı sabahlar annemi arıyorum rüyamı anlatmak için. Biz kadınlar birbirimize anlatırız rüyalarımızı, erkeklere değil. Onlar anlamıyorlar, bir yerlerin açık kalmışla başlayıp, işte bunu istiyorsun da ondan görmüşsün bu rüyayı diye devam eden basit açıklamalarla yetinirler. Bıktım senin rüyalarından ya da her gece nasıl rüya görüyorsun şaşkınlığı, uçmuşsun sen yakıştırmaları...


Çoktandır uçuk kaçık rüyalarımı görmüyorum diyordum ki... İki gece önce çok sevdiğim bir blogger arkadaşımı gördüm  rüyamda. Bu ara yazmıyor, sınıf annesi de olmuş, çocukların peşine koşturmaktan helak olmuştur garibim diye düşünmüşken; kocayı boşamış da Belçika'ya gitmiş meğer ! Yani benim senaryom böyle! Gerçi benim pek çok rüyamın yanında çok masum kalıyor ama, bana neyse kocasını mı boşamış, uzaklara mı gitmiş?

 Rüyamda yemek gördüm deyip, konuyu bağlamamı  bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Elbet görmüşlüğüm vardır. Ama önemsiz, iz bırakmamış rüyalar olmalı ki anımsamıyorum şimdi hiç birini. Amaaa rüyalara girecek güzellikte bir yemek var şu fotoğrafta. Tatil köyü menülerinden fırlama bir yaklaşımla ''meftune rüyası'' diye de değiştirebiliriz hatta ismini! 

Kış gelmiş, patlıcanlar çaput gibi,  hiçbir haz  vermiyor olabilir. Ama  illa ki şimdi anlatacağım meftuneyi! Benim gibi patlıcana olan sevgisi nam salmış biriyseniz yutkunabilirsiniz fotoğrafa bakarken, tarifi okurken.- O en üstte duran sap kısmı patlıcana olan sevgimin ıspatıdır zaten ki.- TDK sözlükte meftun sözcüğü ''tutkun, gönül vermiş, vurgun'' anlamına gelir der. Arapça kökenli imiş. Diyarbakır, Mardin civarında sıklıkla yapılıyor.  Böylesine nefis bir yemeğe verilebilecek en uygun isim sanırım. 

Tarifi Nilüfer Hanım'dan öğrendim, kendisine tekrar tekrar teşekkür ediyor, onun anlattığı haliyle sizlere aktarıyor, #blogfırtınası beşinci gün ödevimi tamamlamanın mutluluğunu yaşıyorum efendim.


Bir kilogram kuzu etini kızgın yağda önce mühürleyip, sonra rengi dönene kadar çevriştirin. Kapağı kapalı olarak kısık ateşte kendi suyunda yumuşayana kadar  pişsin.Üzerine sırasıyla  iri doğranmış ve tuzlu suda beklemiş altı yedi adet  patlıcanı, altı yedi adet sivri biberi, beş adet de domatesi doğrayarak dizin. Aralarına beş altı diş sarımsak serpiştirin. Varsa sumak ekşisi, yoksa bir su bardağı  suda yarım su bardağı dolusu sumağı bekletin ve iyice rengi çıktığında süzün. Süzdüğünüz suyu, bir yemek kaşığı domates ve yarım yemek kaşığı acı biber salçası ile karıştırıp yemeğin üzerine gezdirin. Tuzunu da ayarlayıp kaynadıktan sonra kısık ateşte patlıcanlar yumuşayana kadar pişirin. Pişen yemeğe servis sırasında bolca dövülmüş sarımsak ekliyoruz. Afiyet olsun. 

4 Aralık 2013 Çarşamba

artık...



Kavanozu açtı, zeytinyağının içinde bekleyen kuru domateslerden aldı, kıyıp bir dilim tost ekmeğinin üzerine yaydı, diğer kavanozdan aldığı közlenmiş isot biberleri de,  biraz kaşar, sucuk. Tostunu yaptı, yanına da demli bir çay doldurdu. Akşam öğünüydü bu. Yalnızlığı seçtiğinden beri yemek ve ev işlerini de unutmuştu. Mümkün mertebe kolay yollu hallediyordu bu meseleleri. Yalnızlığı seçtiğinden beri tek bir yaprak dahi sarmamıştı, ne kek, ne kurabiye pişirmişti. Envai çeşit alet edevatı vardı oysa bir vakitler mutfağında.

Kediyi ve şiir kitaplarını almıştı yalnızca evden. Her şeyi bırakıp çıkmıştı.  Tıka basa dolu iki valizi almadığına şaşırmıştı adam.  Neler yoktu ki o valizlerde: saç teli, içilmiş sigara, fotoğraflar, notlar yazılmış küçük kağıtlar, tavşan niyetleri, toka, anahtarlık, hatta kürdan, çorap, gazeteden kesilmiş kağıt parçaları, kırık tek küpe, peçete ve başka bir dolu anı parçası... Sorsanız tek tek her birinin hikayesini anlatabilirdi bir çırpıda.

Hiçbirini almamıştı; kedi ve şiir kitaplarını yalnızca.  Uyumsuz, aksi, geçimsizdi. Birkaç işe girmiş çıkmıştı, tutunamamıştı. Öyle bir arzusu da yoktu zaten, bu kopukluk onun isteğiydi. Terkedişler, vazgeçişler, terli sevişmeler, yeni başlangıçlar, düşüp düşüp kalkmalar, unutmaklar biriktiriyordu artık...



3 Aralık 2013 Salı

Davut Paşa Köftesi



Blog fırtınası üçüncü gün ödevimiz dünyada dilediğimiz bir yere gidip, sonrasını anlatmak. Aslında ben seçmedim gideceğim yeri. Hüzün ve umut yüklü şarkıların kırılgan, sitemkar sesi Feyruz çağırdı;  Amin Maalouf'un, Halil Cibran'ın topraklarına.

Kaç kere yerle bir olduğunu bilemediğim, üzerine küller yağmış şehrin dar sokaklarında yürümüşüz Feyruz ile.  Delik deşik duvarlar yüzümüze vurmuş savaşın kanattığı halkların belleğini. Uzaklardan onun şarkıları çalınıyor kulaklarıma; dilini bilmesem de hissedebiliyorum aşkı, barışı, umudu, hıçkırıkları... Hatta bir çoğu öyle tanıdık ki  ben de türkçe mırıldanabiliyorum mesela...

Olmuş yani bunlar, olamaz mı? Akşam üstü şehir ışıldarken mesela, acıkmışız ikimiz de. Bu zengin mutfağın aromatik, baharatlı  onlarca çeşidinden hangisini tadacağımı şaşırmışım mesela. Falafel, humus, bir dolu deniz ürünleri, isimlerini sayamadığım mezeler, müceddere, maklube,  tatlılar, tabbule, semsek, kibbe, zahter, lebeniye... Kaliteli şaraplar da cabası...

Bu arada Feyruz bana bir hikaye anlatmış:1861-1869 yılları arasında Lübnan'da valilik yapmış Ermeni kökenli bir beyefendi imiş Davut Paşa. Az sonra tarifini vereceğim köfteyi kendisi yaratmış. Lübnanlılar bu köfteyi öyle sevmişler ki, bölgede Osmanlı yönetimi kalmamış ama köfteyi Daoud Bacha ismiyle hala yaparlarmış.

Bir kilo kıymaya iki buçuk yemek kaşığı dövülmüş pirinç (robotta da çekebilirsiniz biraz ufalansın yeter) bir yumurta, bir orta boy kuru soğanın rendesi, iki buçuk yemek kaşığı çam  fıstığı, ince kıyılmış beş altı dal maydonoz, beş altı dal dereotu, beş altı dal taze nane, yarım çay kaşığı tarçın, tuz, karabiber katarak köfte yoğurulur, şekil verilirmiş. Köfteler az yağda, kapaklı bir tavada kızartılır, tavadan alınırmış. Aynı tavaya kabuğu soyulmuş ince doğranmış domatesler, iki üç diş sarımsak, tuz, karabiber konur, sos kaynayınca köfteler de eklenir ve kısık ateşte on dakika kadar daha tıkırdarmış.

Sonra bir şarkısının dizelerini öğrenmişim ben, gözlerim dolmuş, olamaz mı?



Senin adını eski bir kayaya yazdım,
Sen benim adımı kumdan bir yola yazdın
Yarın yağmur yağacak,
Senin adın kalacak ama benimki silinecek

Seni yazın sevdim, kışın sevdim
Seni yazın bekledim, kışın bekledim
Gözlerim yaz, gözlerin kış
Buluşmamız ey sevgilim,
Yazın ve kışın ötesinde…

2 Aralık 2013 Pazartesi

şöyle olsun böyle olsun


Sonra tren rayları geçsin günlerin içinden*

ağır, telaşsız, bildiğince...

hem
sensizlik parmağımda bir cam kesiği sevgilim
acıyor, kanıyor
kırmızı
ılık
durmuş seyrediyorum yalnızca
kanatıp kanatıp
kimselerin tanımadığı kuşlar taşıyorum göğsümde
ve o kuşlar mavileri yırtıyorlar buğulu sesleriyle
belkinin muğlaklığı, sakladığı bütün temenniler rayları boyasın turuncuya
vapurlar da geçsin istiyorum hem
peşi sıra martılar
kireci dökülmüş avlular saklamaya devam etsin çocukluk korkularımı
gidilmemiş uzaklar beklemeye
çocuklar sokakta oynamaya
şehir akmaya devam etsin
her kabuk bir öncekini gizlemek içinse sevgilim
yani öyle demişse Gülten Akın
matruşka kalplerimiz kırılamaz mı artık?
yani bu kuşatılmışlığın ortasında biz
şahane ezgiler kulağımızda
sıcak çaylarımızı yudumlayamaz mıyız pencere önünde?
kucağımızda kediler
küçük tabaklarda hani senin de sevdiğin komşu tarifi çörekotlu tuzlu kurabiyelerle?

* Cümle Murathan Mungan Kibrit Çöpleri kitabı Şöyle Olsun Böyle Olsun isimli öykücükten alınmış, tarafımdan devam ettirilmiştir. 

Aralık ayı #blogfırtınası ikinci gün ödevidir.

Çörekotlu tuzlu kurabiyelerin tarifi için Zeynep'çiğime teşekkür eder, denediğinizde pişman olmayacağınızı söylemeyi görev bilirim. Yazdıklarımı o şahane ezgiyi dinleyerek okumanızı isterim. 

sevgiler, saygılar...




1 Aralık 2013 Pazar

Bir Varmış Bir Yokmuş



Bir varmış bir yokmuş...

Bu bir kılıç balığının değil somon balığının öyküsüymüş... Tatlı sularda başlayıp, tuzlu sularda devam eden mucizevi, esrarlı bir o kadar da zorlu bir yolculuğun...

Kilometrelerce yol katettikten sonra akıntıya karşı yüzerek doğdukları sulara geri dönen; yolculuk boyunca kirli sularla, büyük balıklarla, kuşlarla, ayılar ve diğer yabanıl hayvanlarla  mücadele eden, engel tanımayan efsanevi bir maceranın masalıymış belki de onlarınki.

Bedenlerindeki uyum yeteneği ile, yön bulma yetenekleri ile şaşırtan pembe güzel balıklar... Tatlı suda doğan bedenleri nasıl oluyor da tuzlu suda yaşamaya, sonra yeniden tatlı suda yaşamaya evriliyor, nasıl oluyor da yolculuğunu tamamlayıp evine döndüğünde tam da hayata başladığı nehir çukurunu bulabiliyor henüz geçerli  açıklamasını bulamamışız biz evrenin en güçlü hakimleri.

Ancak döndüğü yuvasında yumurtlayıp neslinin devamını sağlayan, döllenmeden sonra hayatı biten somonları umursamaz bir tavırla avlayan bizler neslini bitirme aşamasına kadar getirmeyi de iyi bilmişiz. Sonra aklımız başımıza gelmiş de ekonomik getirisi yüksek bu balığı yasalarla korumaya almış, çiftlikler kurarak yaşatmaya çaba göstermişiz.

Ve soruyorum kendime: bu denli zor bir yolculuğu göze alabilir miyim? Bu denli azimli ve kararlı olabildim mi hiç? Somon balığının öyküsü  gelip bu noktada kilitleniyor bende. Siz nerelere varırsınız bilemem. Velhasıl veremediğim cevaplar içimdedir, benimdir, bana kalandır...

Bugün yazının başlangıç cümlesini ben belirlemedim değerli okuyucu.  Son aylarda blog yazmadaki tutukluğumuz geçer mi, yazma disiplinimiz gelişir mi diye düşünen taşınanlar olmuş. #blogfırtınası demişler adına. Elimden geldiğince -kendimi zorlayarak bazen - katkıda bulunacağım. Bugünden itibaren Aralık ayı boyunca her gün yazmaya gayret edeceğim.    


Daha dün somonlu tariflere başlamıştık ya yine bir somon tarifi olması şarttı bu durumda, söz vermiştim. Yine tavada yapıyoruz somonu ama bu sefer biraz daha çeşnili. Somon dilimlerini soya sos, taze zencefil, susam yağı, deniz tuzu, limon kabuğu rendesi, azıcık bal, susam ve karabiberle marine ediyoruz en az yarım saat önceden. Bu sürenin sonunda yine yağlamadığımız yapışmaz yüzeyli bir tavaya derili kısmı alta gelecek şekilde bırakıyoruz, orta  ateşte. Üç dört dakika sonra diğer tarafını çevirip yine üç dört dakika pişiriyoruz, kurutmadan alıyoruz servis tabağına. Alacağınız muhteşem koku ile sarhoş olacaksınız, şaşırmayın.

Yanına lezzeti tamamlayan nefis bir tat daha koymayı ihmal etmeyin derim. Rendenin iri tarafından geçirdiğiniz patatesleri, gözenekli bir bezin arasına alıp sıkın iyice, suyu kalmasın patateslerin. Elinizi de çabuk tutun lütfen, kararmasına izin vermeyin. Tuz, karabiber, biraz da ince kıyım maydonoz, dereotu hepsini bir kasede karıştırın bir güzel. Tavaya azıcık sıvı yağ alıp kızdırın orta ateşte. Patatesli harçtan kaşıkla alarak ve bir yandan düzelterek mücver gibi kızartın, altın sarısı.

Biraz da yeşillik koydunuz mu tabağa, şarabınız da varsa beyazından sizden keyiflisi olmasın hani...



30 Kasım 2013 Cumartesi

Somon Balığı Nasıl Pişirilir - 1



Hazır kalamar demişken; havalar soğumuş, çeşit çeşit  balıklar  sofralarımızı güzelleştirmekteyken haftalar önce hazırladığım somon tariflerine geçelim diyorum. Sağlıklı olmasını bir yana bırakırsak eşsiz lezzetine doyulmaz bir balık,  çok soğuk denizlerin bu canlısı. Takoz ya da biftek kesim diyebileceğimiz bu halini pişirmekle başlayalım istiyorum. Her iki yüzünü de deniz tuzu ve karabiberle tatlandırıp, orta alevde ısınmış yapışmaz yüzeyli bir tavada pişireceğiz. Her iki yüzünü de en fazla dörder beşer dakika pişireceğiz. Fazla bekletip kurutmayacağız, zaten yeterince yağlı olan bu balığı pişirmek için yağ koymadık tavaya, hayır yazmayı unutmadım. Hepsi bu kadar!

Salata ise göz doyuran, somonun tadına tat katan cinsten. Semizotu, endivyen, kırmızı soğan, domates, siyah üzüm  ve mandalinadan müteşekkil. Sosunda ise zeytinyağı, mandalina suyu, limon suyu,  soya sosu ve  limon kabuğu var. ( Burada mandalina yerine portakal da kullanabilirsiniz tabii. )

Hem salata, hem somonun lezzetinden şüpheniz olmasın. Bir başka somon tarifinde buluşmak üzere, esen kalın efenim...


16 Kasım 2013 Cumartesi

Belki...



Dar patikalardan geçerken, bedeller öder, yalnızlığın dipsiz kuyularında çırpınırken, gözüne far tutulmuş tavşan gibi donar kalıverirsin hani. Ortalığa dökülüp saçılanları toparlayamadığında, toplamak için çaba sarfetmek yerine kalakalırsın ya öylece! Bilmem belki sizde vaziyet farklıdır. Ama bende tam da böyle olur: hayatla bağlı olduğum ipler gevşer, miş gibi, mış gibi geçer zaman. Varsın da yokmuşsun gibi, gözler boş gibi, her şey alışılmış düzende akarken sen yalnızca iyi ezberlediği rollerini takılmadan gerçekleştiren bir tiyatro  oyuncusuymuşsun gibi... Acıdan aldığın marazi hazla, bıkıp usanmadan tekrarlayan gel gitlerle uzaklardasındır aslında, var sayarken seni dünya gezegenindekiler.

Sonbaharın cömert güzelliğiyle davetkardır parklar;  kuytu köşelerindeki sessiz banklar ise sığınak.Tutunmak istemezsin henüz hayata, bir süre orada boşlukta, uzakta ya da her neresiyse orası kalmak istersin kapıların sıkı sıkıya kapalı. Yemek yapmak da mutlu ruhların harcıdır hani. Yoksa yağ bağlamış ocak düğmelerini, boşalmış karabiber değirmenini, buzdolabında çürümüş sebzeleri umursardın sen! Bir de yemek blogun varmış, yeni denemeler yapmasan, fotoğraf çekmesen bile yazsan belki iyi gelirmiş, belki...

Bekleyen fotoğraflar varmış,  güneşli günlerden kalmaymış. Hatta sabahın üçünde  artık iyice kazınan mideye iyi gelirmiş olsaymış şimdi. Tarifi de yazmalıymışsın şöyle ki:  incecik  kıydığın kalamarı soteleyip, yumuşayınca hafiften, yine incecik kıyılmış sivri biber ve domates eklersin. Bol kekik, kimyon, tuz, karabiber, toz kırmızı biber ve pul biberle tatlandırıp alırsın ocaktan. Oldu mu sana kalamar kokoreç? Yapmak da bu kadar basitmiş, ama şimdi olsaymış, yanına da şalgam suyu...

Tutunmana yardım edermiş alacağın lezzet, yardım edermiş buralara dökülmek birazcık.

Belki...

Bu bir tutunabilme umudu, toparlanabilme çabasıdır sevgili okur. Gölgede kalmış lakırdılarıma tahammül ettiğin için teşekkür ederim.


29 Ekim 2013 Salı

Leziz Bir Köfte Tabağı


Rachael Ray'in koca koca köfteleri gelir arada aklıma, bu köfte de onları düşündüğüm günlerden birinde çıktı. Ben koca koca yapmadım, biraz ondan biraz bizden bir hali  olsun istedim çünkü köftenin. Sucuk kattım örneğin bizden,  biraz acısından sivri biber doğradım incecik, biraz rende kaşar, biraz biber salçası, tuz, karabiber, kimyon, azıcık bayat ekmek içi, yağlısından kıyma tabii ki, hepsini yoğurup son anda da bir iki kaşık iyice süzülmüş  konserve Meksika fasülyesi ekleyip toparladım şöyle. Tost makinasında ızgaramsı bir pişirme, yanına cips, süzme yoğurt ve avokado dilimleri. Hepsi pek uyumlu oldular, pişman etmediler beni. Hele çocukları  daha da memnun edecek bir tabak bu aslında değil mi?

Pişman olmayacağınız bir önerim daha var. Kullandığım sucuğu tatil dönüşü almıştık, çok beğendiğim için sizlerle paylaşmak istiyorum.  Bursa-İzmir yolu arasında Ulubatlı Hasan'ın köyü imiş burası bir vakitler. Yol üzerinde Kasap Halil'i kime sorsanız gösterirler, et severseniz, sucuk da severseniz mutlaka uğrayın diyeceğim. Oracıkta seçtiğiniz etleri pişirtebilir, yüklüce de alışveriş yapmadan ayrılamazsınız. Etrafta dolaşan kedicikleri de besleyin benim için olur mu?

26 Ekim 2013 Cumartesi

Güllüoğlu'nun İçli Köfte Tarifi


Bol fotoğraflı bir kayıt daha. Bloga kendi fotoğrafımı koyarak bir ilki yapıyorum. Davetli yemek blogu yazarı arkadaşlarım ve sayın Fatih Güllü ile birlikteyiz. (Sağdaki pembe gömlekli ben deniz oluyorum efenim, fazla ışık almış, yüzü gözü dağınık çıkmış olsam da)


Söz verdiğim gibi Güllüoğlu'nun içli köfte tarifini bulacaksınız bu satırlarda. Durdu Ustamız bize malzemeleri bir bir saymaya başlamışken:





İşte Durdu Usta'nın içli köfte tarifi, ölçüleriyle hem de;

10 adet içli köfte için

 Malzemeler

Hamur:


  • Sıcak suyla haşlanıp 20 dk bekletilmiş 200 gr  ince bulgur
  • 1 yumurta
  • 15 gr tuz
  • 10 gr acısız kırmızı toz biber
  • 40 gr haşlanmış patates
  • 50 gr çiğköftelik kuzu (ya da dana) yağsız kıyma


İç Harcı:
  • 300 gr normal yağlı kuzu kıyma
  • 150 gr kuru soğan
  • 40 gr küçük tane halinde ceviz içi
  • 10 gr tuz, 10 gr kimyon, 5 gr karabiber, 5 gr acısız kırmızı toz biber
Hazırlama:

İç harcını bir gün önceden hazırlamak en iyisi. Harç donmuş olunca çalışmak daha kolay. Sıcak tavaya önce kıyma alınır ve kavrulur, suyunu çektikten sonra incecik doğranmış kurusoğanlar eklenir ve kısık ateşte, sabırla soğanlar sararana kadar kavrulur. Kalan malzemeler de bu esnada eklenir, hepsi birbiriyle özleşene kadar çevrilir ve ateşten alınan iç soğumaya bırakılır. 

Durdu Usta der ki, mevsim kışsa, cevize tazelik hissi vermek için önceden suda ıslatınız.

Hamur için de bulgura üzerini kapatacak kadar sıcak su ekleyip üzerini kapatarak şişmeye bırakın. Beş altı dakika sonra bir bakın bulgur hala diriyse biraz daha sıcak su ekleyip yeniden dinlenmeye bırakın, diriliği gitmişse diğer malzemeleri de ekleyerek güzelce yoğurun. Hamur özleşip birbirini tutunca hazır demektir.



Daha sonra elimizi ıslatarak şekil verdiğimiz içli köfteleri yağda kızartarak servise hazır hale getiriyoruz. 

Fatih Bey yaptığı köfteyi doldururken:


Ben içli köfteme son şeklini verirken:




Arkadaşlarımla hazırladığımız şekil şekil köfteler kızardığında:



Bu da benim alışkın olduğum şekliyle yaptığım incecik açtığım içli köftem:




22 Ekim 2013 Salı

Güllüoğlu Ümitköy' den İzlenimler

Biz Ankaralı yemek blogu yazarları 9 Ekim 'de Güllüoğlu Kurumsal İletişim Danışmanı Canan Hanım'ın daveti ile soluğu Ümitköy şubesinde aldık. Ümitköy Güllüoğlu Türkiye'deki en büyük şubeleri. Üç katlı, dış mekana ve çocuklar için oyun parkına da sahip geniş ve ferah şubede, yalnızca baklava değil; kahvaltı, brunch, leziz pastalar,dünya mutfağından, Türk ve Osmanlı Mutfağından ve tabiiki Antep Mutfağı'ndan çeşitler bulabilirsiniz.

Yaz başında aldığımız kahvaltı davetinden kalma bu fotoğraflar  sanırım çeşitlerin zenginliğine dair ipucları verecektir sizlere.




Buluşmamızda  ikram edilen alinazik ve yuvalamayı çok çok beğendiğimi söyleyebilirim rahatlıkla.


Baklavaya elbette söyleyecek söz yoktu.





Kahvelerimizin yanında demirhindi ve ahududulu şerbetleri, bir de henüz satışa sunulmamış incirli cevizli lokumu tattık. Yok öyle sandığınız gibi laf olsun diye değil, incirli cevizli lokumu tatmalısınız, aklınızın bir köşesinde olsun.



Asıl toplanmamıza vesile olan konu ise içli köfte idi. Canan Hanım'ın yanısıra Fatih Güllü'nün ev sahipliğinde Durdu Usta ile birlikte içli köfte yaptık. Sonra da afiyetle yedik. Güllüoğlu'nun içli köfte tarifini, mühim ayrıntılarıyla birlikte bir sonraki gönderide vereceğim.

Unutmadan; mekana giderseniz bol fıstıklı nefis katmerinden yemeden ayrılmayın derim, naçizane.



14 Ekim 2013 Pazartesi

Bayram Yemeği


Kurban bayramı için önereceğim son tarif. Koyun/kuzu etiyle yapın derim. Eti deniz tuzu, taze kekik, taze biberiye dalları ve zeytinyağı ile ovalayıp, hafifçe çentik attığınız birkaç yerine sarımsak , tane karabiber yerleştirin varsa bir mahalle fırınına yollayıverin. Bu kadar kolay aslında sırf et lezzeti almak için. Mahalle fırını yoksa evdeki fırına verebilirsiniz ama; gelecek faturaya katkısını düşünerek büyükçe bir tencerede önce her bir taraflarını mühürleyip sonra çok çok kısık ateşte kapağı kapalı olarak kendi haline bırakmanızı salık vereceğim. Tıpkı şuradaki gibi.  Hatta unutun eti, ağzını açmadan başına varıp dinleyin, suyu var mı diye. İyice suyunu çekip cızırdamaya başlamışsa açın ağzını ve biraz su ekleyin. Kapağını zırt pırt açıp buharını uçurmazsanız suya gerek kalmayacak inanın.

Etler yumuşayıp piştiğinde patatesleri yağlı kağıt serdiğiniz fırın kabında  baharatlayın:  tuz, karabiber, biberiye, kekik, toz kırmızı biber, pul biber, kimyon, birkaç diş sarımsak, biraz zeytinyağı gezdirin. 200 derecede fırınlayın. Patatesleri arada karıştırın, yumuşamaya başladıklarında ortaya etleri yerleştirin, hepsi birlikte pişsinler. Masanızı öyle güzelleştirecek, damaklarınıza öyle bayram ettirecek ki...

Büyüklerimin ellerinden küçüklerimin gözlerinden öper, zavallı hayvanlara eziyet edilmediği bir bayram geçirebilmeyi bütün kalbimle isterim.

sevgiyle kalın...


12 Ekim 2013 Cumartesi

İncasiye




Bayramda et pişireceğim ama; kavurmanın, haşlamanın dışında bir şeyler yapmak istiyorum diyenlere önerimdir. Biraz tatlımsak, herkes sevmeyebilir şimdiden söyleyeyim. Mardin'den bu tarif,  ete tatlımsak hallerini katansa erik ve pekmez. Asıl ismi inci asiye fakat; günlük söyleyişte kaynaşıp incasiye olmuş yıllar içinde. Aslı elbette koyun etiyle, ben kemikli dana kullandım. Kafama göre değiştirmeye hakkım var mı, değiştirdiysem ismi incasiye olur mu bu yemeğin? Kafam bi milyon şekerim bu aralar bunları tartışmaya hiç girmeyeceğim, ne kendimle ne başkasıyla. Ama şekerim bir söz var ki dilimde dönüp duran, ne mevzu ile alakası var ne de sizi ırgalıyor biliyorum. Yine de diyeceğim işte: '' hem şu kısacık ömrümüzde kaç kişiye kapılarımızı ardına kadar aralıyoruz ki?''

Yemeğe dönersek iki gözüm, et ister düdüklüde ister en sevdiğiniz tencerenizde önce mühürleyip, sonra kısık ateşte kendi buharında bir süre pişirilir, suyunu çekince iri doğranmış piyaz soğan ve  biber salçası ile kavrulur, üzerini bir parmak geçecek kadar sıcak su, tuz  verilir. Bu arada kuru erikler suya ıslanır. Etler pişince yumuşayan erikler, bir kaşık da pekmez eklenir. Hepsi bir şöyle tıkırdar, bu kadar.

Bayram için bir başka et yemeği daha sunacağım, kutlamamı da o zaman yaparım, kendinize iyi bakın güzeller...


7 Ekim 2013 Pazartesi

Makarna Dedikleri...


    Güzel bir habere de tutunabilir insan bazen. Küçük, belki de büyük bir umut olur. İçinden çıkmak için debelendiğin karanlık çukura vurur ışık hüzmeleri halinde. Tamam dersin az da sen zorla şimdi, tut yakala ucundan. Öyle ya da böyle; ne sunarsa hayat, beğenmedim istemiyorum deme şansınız yani seçenekleriniz yoktur bazen. Silkelenmeli şimdi kendimiz için, başka kapılar aralamalı, belki de bir kısmını kapamalı önce. Küçük, yalın bir kutlamayla başlamalı mesela işe. Makarna yetişir imdada.  Bir iki kadeh şarabı da  eksik etmemeli eteğinden. Öğrencinin, yalnız yaşayanın, akşam yemeğini hazırlamakta gecikenlerin kurtarıcısısın bir yandan, pahalı, gösterişli mekanların ana yemeği de oluverirsin. Makarna ah sen nasıl güzelsin, hem öyle basit, sade, hem de şaşaalı!

1 Ekim 2013 Salı

Unutkanlığa Dair Lakırdılar


      Evet evet tarifsiz bir fotoğraf yine. Yine kayıp bir tarif, nereye yazıldığı  unutulmuş. Hamurundaki nişasta ve hindistancevizini, bir de  mürdüm eriği reçeli  ile yediğimizi unutmam mümkün değilse de. Sık yapıyorum, hem sade tarifleri mi başka ne çok şeyi unutuyorum. Burada da mızıldanmışımdır kim bilir kaç kere.

     Unutursun tabii diyorum kendime sonra; burun direğinde bir sızı, gelmiş misafirlik bilmeyip yerleşmişse, iyi şeylere, güzel haberlere ihitiyacın varsa, okuduğun kitaplar da merhem olmak şöyle dursun acıtıyorsa, kanırtmaksa tek yaptığı, yazarların kurduğu o uzun, o güzel cümleleri kısakanmaktan başka bir şey gelmiyorsa elinden, çikolatadan medet umuyorsan, halı altına süpürülenler çoğalmışken, dişlerin yeşil erik yemiş gibi kamaşıyorsa, çoktandır uçarı rüyalarından birini görmüyorsan, gömüldüğün yorganın altında kendi nefesini duymak istiyorsan yalnız, bir demet papatya olsa şimdi diye iç geçirirken buluyorsan kendini akşam üzerleri, ışıklı şehri izlemek de ayın en güzel hallerini izlemek de yetmiyorsa sakinleşmene, sinirli, huysuz hallerini kimse bilmese isteyip hem, hem de etrafındaki herkese kızgınlığını haykırmak istiyorsan, hatta en güzeli kimse konuşmasa, yalnız kalsam, kimseyle konuşmasam istiyorsan, dışarı çıkıp hep yürümek hep yürümek çekiyorsa canın, eyvah havalar soğuyacak diye mutsuzsan üstelik, yaz gülüşleri uzakta, yaz sükutu kaybolmuşsa artık...

...unutursun...


27 Eylül 2013 Cuma

Yine Yeniden





Sıcak, huzurlu kumsallardan merhaba demiştim en son. Dünyanın dışında bir yerlerdeymiş gibi hissettiğim, yılbaşı karları yağan cam fanusları andıran  yalıtılmış günlerden sonra şehre döndük, hem de yirmi günden fazla oluyor döneli.

Meğer ne sevimsizmiş dünyaya dönmek, ellerim uzanmadı bloga. Şimdi o günlerden kalma fotoğraflardan biri var karşımda. Tazecik bahçe börülceleri, çıtır çıtır ayıklamıştım, kılçık mı haşa! Zeytinyağında önce soğanı sararmıştı hafiften, sonra domatesi ve de börülceleri, biraz tuz, azıcık da toz şekerle kendi haline bırakılmıştı tencereye, kısık ateşte.

Şimdi günler Eylül'ün hüznünü taşıyor bana, biraz da bu hüzünden sıyrılmak için blogu  daha sık güncellemek niyetindeyim. Tez vakitte görüşmek üzere...





23 Ağustos 2013 Cuma

Yaza Yakışır



Plajdan, şemsiye altından merhaba değerli okuyucu. Sıcak günleri fotoğrafıyla bile ferahlatacak bir
salata ile olsun istedim bu buluşmamız. Evvelce hazır etmiştim, tam da şu an olduğu gibi denizin sesiyle birlikte size yazabilmeyi hayal ederek. Biz denizsiz şehrin insanları kış boyu özleriz ya maviyi, iyot kokusunu, en çok da koşturmacadan uzak olabilmeyi. Bu kokuyu, günü ve geceyi içime olabildiğince içime doldurmaya çalışırken ben, çok yakında yeniden buluşmayı diliyorum.

Salata akşamdan kalan haşlanmış tavuk parçalarını değerlendirmek için mükemmel bir yol, hazırlaması da bir o kadar basit. Tavuk parçalarını fiin, göbek salatayı, maydonozu, yeşil biberi ince kıyıp ekleyin. Kaynar suda birkaç dakika pişirilip hemen buz gibi suya alınmış ( böylece canlı rengini koruması sağlanmış) taze fasülyeleri irice  verev doğrayın. Fasülyelerle birlikte iri kıyılmış bademleri, közlenmiş kapya biberleri, salatalık turşusunu, bir iki kaşık da kapari turşusunu katıverin. Sosunda zeytinyağı, azıcık Dijon hardalı, tuz, karabiber ve limon var. Derin kaseye çatal kaşık değdirmeden sallayarak karıştırın salatayı. Harika bir tat çıkıyor ortaya, inanın!






7 Ağustos 2013 Çarşamba

Bayram Çocuklarına





Cupcake sanmayınız, aslında o bir sütlü tatlı. En altta sütle ıslatılmış kedi dili var, onun üzerine yalancı tavuk göğsü, onun üzerine bolca hindistancevizi var -ki siz görmüyorsunuz- en üstte de pudra şekeri ile çırpılıp kabartılmış, sonra buzdolabında bir gece bekleyip iyice sertleşmiş krema, geçen sonbahardan kalma yabani böğürtlenler tac olmuşlar.

Bayramda çocukları sevindirir mi ? Hem de nasıl!

Belki sizler bayram için yapar, çocukları havaya zıplatır, kulaklarımı çınlatırsınız. Bayramınızı kutlar; büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öperim.

sağlıcakla kalınız...


30 Temmuz 2013 Salı

Fasülye Yaprağı Sarması





Önümüz bayram. Bu yüzden yöresel çörek / kurabiye tariflerine kısa bir ara veriyorum. Annemin bayram yaklaşırken temizlik dışında iki hazırlığı daha vardır: biri gelene gidene ikram edilecek koca tencereler dolusu sarma, tabii bir de bayram tatlısı. Önce tatlı konusuna değineyim, Facebook'ta Narince grubunda 3-4 Ağustos günlerinde bayram tatları etkinliğimize bekleriz efenim. Hepsi birbirinden marifetli blogger arkadaşlarım bayramda hangi tatlıyı yapsam sorunsalına birbirinden nefis çözümler sunacaklar, kaçırmayın.

Benim bu bayram için sarma önerim fasülye yaprağı sarması olacak sizlere. Taze taze fasülye yapraklarının tam mevsimindeyiz. Misafirlerinizi ne asmaya, ne pazıya benzeyen bu tatla tanıştırabilirsiniz. İnceden bir ekşisi var, hafiften bir çıtırlığı da, koyuca süzme yoğurt sosu, -sarımsaksız- üzerine de hafifçe yanmış tereyağı pek yakışıyor.

Fasülye yaprağı pek narin ve de tüylü hafiften. Kayısıya, şeftaliye dokunamam diyenlerin harcı değil yani. Önce yıkayıp sonra da derin bir kapta bekleyen yaprakların üzerine kaynar suyu boca ediniz, ters yüz edip her taraflarının suyla temasını sağladıktan sonra hemen sudan çıkarıp çok soğuk suya alınız, bir yandan da çeşmenin altında tutunuz ki yapraklar pişmeye devam etmesin. - Nette araştırdığımda hiç haşlamadan saranlar gördüm ama hiç yumuşamamış yaprağı sararken zorlanmadılar mı merak ettim doğrusu. Çıt diye kırılıveriyor çünkü bu şekilde. -

İçini her zaman kullandığım  etli  dolma harcı ile doldurdum ama; etsiz olaraktan :) Malatya usülü yoğurtlu pişen kiraz yaprağı sarması yemiştim daha evvel. Fasülye yaprağı da aynı usül pişirilebilir. Ben tercih etmedim. Yoğurtlusunu sevmediğimden değil ha, paşa gönlüm öyle istediğinden. Az su ile kontrol ede kısık ateşte pişiriniz. Pişince de bir güzel sarıp sarmalayın dinlensin, sıcak soğuk her türlü güzel, denemeye değer.

Pişmeden önceki rengin güzelliğine baksanıza bir de...









23 Temmuz 2013 Salı

Damat Lokumu ( Kurabiyesi)


Kuşlar kumrular çöreği ile başlamışken birkaç yöresel çörekle devam edelim istiyorum. Büyük şehirlerde unutulmaya yüz tutsa da taşrada geleneklerimiz ( nispeten) yaşatılıyor, sevinç duyuyorum. Her bir ayrıntısı gerçekleştirilen bir köy düğünü olsa da gitsek diyorum hep. Çocukluğumdan kalma kareler var hiç silinmedi, capcanlı hala; harman yerindeki dizi dizi sofralar, kaynayan kazanlar, kına gecesinde kendi çalıp kendi oynayan kadınlar, rakıyı fazla  kaçıran, zil takıp oynayan adamlar, gelin almaya gelişler, ağlamalar, gelin yeni evine girerken saçılan kuruyemişler, paralar, yine gelinin yeni evinin duvarına çivi çakması, bir parça hamuru duvara yapıştırması, kız evinden gelen baklavalar, damadın döverek gerdeğe sokulması...

Bugün vereceğim tarif de Rize Çamlıhemşin'den bir düğün adeti. Düğün için davetlilere yollanıyor, buyrun düğünümüze deniyor, peçetelere kurdelelerle sarılmış, süslenmiş. Kurabiye aslında ama, biraz daha katıca kek gibi de. Biz çok sevdik, siz de yapıp tadına bakmak isterseniz:

- Tarif Lezzet Dergisi 2008 Ocak sayısından, Çamlıhemşin İlçesi Yol Kıyı Köyü'nden Hanife Duman Hanımefendiden alınmıştır.-

Malzemeler:

  • 1 çay bardağı eritilmiş tereyağı
  • 1 yumurta
  • 1 su bardağı toz şeker
  • 1 çay bardağı yoğurt
  • 1 paket kabartma tozu
  • 3 su bardağı un
  • Pudra şekeri


Hazırlama:

Eritilmiş tereyağı ılıyınca yoğurma kabına alınır, un, kabartma tozu  ve pudra şekeri hariç bütün malzeme eklenir. 

Un azar azar kabartma tozu ile birlikte eleyerek eklenir, hamur katılaştığı için bu aşamada elle yoğuruyoruz.

Hamur yağlı kağıt serilmiş 20/25 cm boyutlarında dikdörtgen bir tepsiye yayılır, üzeri yemek kaşığı ile düzeltilir.

Önceden ısıtılmış 175 derece fırında altı üstü güzelce kızarana kadar pişirilir.

Fırından alıp soğuduğunda kare şeklinde dilimlenir.

Üzerine pudra şekeri serpilerek servis yapabilirsiniz.

Afiyet olsun.




17 Temmuz 2013 Çarşamba

Her Güne Bir Yemek



Size vermek istediğim güzel bir haber vardı ya benim ağır aksak giden blog yazılarım yüzünden bugünlere sarktı. Her kayıtta yakınmayacağım, af dilemeyeceğim artık. Görünen o ki bir süre daha böyle gidecek blog la ilişkimiz. Yaz biter, sonbaharla evlerimize çekiliriz o vakitler düzene koyarım diye umuyorum, bakalım...

Güzel haber çok sevgili Tijen'ciğimin Her Güne Bir Yemek kitabının yeni baskısı çıktı Yapı Kredi Yayınları'ndan. İçinde benim de üç fotoğraf ve tarifimin bulunması mutluluk kaynağımdır, eşe dosta, toruna torbaya gösterilecek, anlatılacak hoş bir anıdır. Kitap Tijen'i tanıyanların bildiği gibi sade tarif vermekle yetinmeyip kendi kültürümüzden ve farklı kültürlerden örnekler içermekte. O'nun anlatımıyla:

'' Geçmişe dönüp baktığımızda, hatırladıklarımız çoğunlukla sofralarla ilgili anılardır. Düğünler, bayram yemekleri, bütün ailenin bir araya geldiği kahvaltılar, yılbaşı şölenleri... Kapımızı çalan komşumuzun getirdiği helva, kandil pişisi, Muharrem aşuresi... Oğlu askere gidene, büyükleri hacdan gelene, doğum yapana, ameliyat geçirene, ailesinde ölüm olana götürülen çorbalar, yemekler, tatlılar... Düğün davetiyesi niyetine börek arasında gelen tavuk, yağmur duası için çıkılan çayırda parçalanan çörek, Hıdrellez’de hazırlanan kömbe, Ramazan için özel çorbalar, bayram tatlıları, Nevruz pideleri... Yıllar yılı komşularımız olmuş Rumların, Musevilerin, Ermenilerin özel günlerinde hazırladıkları koliva, anuşabur, paskalya çöreği, ayvalı kuzu eti... Aydın’dan, Trabzon’dan, Diyarbakır’dan Ankara’dan tarifler... Kız istemede, nişanda, düğün hamamında pişirilen yemekler, sunulan şerbetler... Sadece bunlar da değil, komşu ülkelerin, dahası dünya ülkelerinin yılbaşı, bayram, düğün, festival gelenekleri ve bu geleneklerle bağlantılı yemekler... İşte Her Güne Bir Yemek’te bunlar var.''

Kitaptan denediğim ilk tarif  Kuşlar Kumrular Çöreği .Eskiden yılbaşlarında yapılan, genellikle yürüme zorluğu çeken hastalara ve yeni ayaklanmış bebeklere iyi geleceğine, o sene ev ahalisinin dş ağrısı çekmeyeceğine inanılarak ayaklar altında kırılan, eve uğur ve bereket getireceği inancıyla evin bir köşesine kırk gün boyunca asılı bırakılan bir çörek. Çöreğin, daha doğrusu bu gevrek simitin  öyküsünü daha fazla okumak isteyenler  kitaba başvuracaklar artıkın. Tarif ise şöyle:

Malzemeler:


  • 2,5/3 su bardağı un 
  • 100 gram tereyağı ( oda ısısında)
  • 2 yemek kaşığı zeytinyağı
  • 2 yemek kaşığı yoğurt
  • 1 tatlı kaşığı mahlep
  • 1 yumurta ( sarısı hamura, beyazı simitlerin üzerine)
  • 1 çay kaşığı karbonat
  • 1 çay kaşığı tuz
  • 1 çay kaşığı toz şeker
  • Bolca susam


Hazırlama:

Büyükçe bir kaba tereyağı, zeytinyağı, yoğurt, yumurta sarısı, tuz, şeker ve karbonatı koyup karıştırın.

Önceden elediğiniz unu yavaş yavaş ekleyerek ele yapışmayacak halde bir hamur hazırlayın.

Üzerini örtüp on on beş dakika kadar dinlendirdikten sonra hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar kopararak şekil verin. ( Kuş şekli vermek istedim ama ben beceremedim, belki siz becerirsiniz )

Çöreklerin üzt yüzeylerini önce yumurta akına, sonra susama batırıp yağlı kağıt serili tepsiye dizin.

170 derece önceden ısıtılmış fırında üzerleri kızarana kadar pişirin.

Beş  dakika dinlendirip tepsiden öyle alın.

Afiyet olsun.



7 Temmuz 2013 Pazar

Kat Kat Açılır Kokusundan Kaçılır




Sarımsak seviyorsanız bekleyin dediğimde taze sarımsaklar kokularını yaya yaya tezgahlarda göz kırpıyordu sevenlerine. Benim oturup yazmam günler aldı, affola!

Ete,  tavuğa, çorbaya, yoğurda, makarnaya, mantıya, pilava, balığa, paparaya, patatese ve daha nelere... İçine uzanıverdiği her yemeği başkalaştırır, bambaşkalaştırır hem de...

beyni yok başı var
ağzı yok dişi var
bu dişlekle gezenin
pis kokuyla işi var

derler ya, kokusunun da çaresi var, aldırmaz onu sevenler...

Anavatanı Hindistan'dır, teey Mısırlılar'dan, Sümerler'den bu yana ilaç niyetine kullanılır, piramitleri yapan işçilere, Romalı askerlere,  hastalanmasınlar, güçleri kuvvetleri yerinde çalışabilsinler/savaşabilsinler  diye  bolca dağıtıldığı rivayet olunur, filmlerden biliriz; şeytanı da kovar, kanı temizler, iyi gelir  kalbe, yüksek tansiyona, kansere, gribe, soğuk algınlığına, saçkırana...

Daha sayayım mı ?

Sarımsağa güzellemeyi şair İlhan Berk yazmış aslında, benim gayri ne sözüm olabilir ki? 

Fotoğrafta gördüğünüz sarımsaklı tereyağını nasıl yaptığımı anlatabilirim ancak. Taze sarımsakları az tuzla ezip oda ısısındaki tuzsuz tereyağına katıyoruz, bu sade haliyle bile pek güzel ya; ince kıyım maydonoz, dereotu da eklemişim ben. İster ekmeğinize sürüp beş on dakika fırında tutuverin,  ister et yemeklerinin yanına kondurun, ne bileyim orası size kalmış...



20 Mayıs 2013 Pazartesi

Sarımsaklı Bulgur Pilavı Eşliğinde Davet Eti



Erzincan'dan bir diğer tarif sarımsaklı bulgur pilavı eşliğinde davet eti. Sofra Dergisi'nden. Kemikli iri parça koyun eti ( but, gerdan, kol olabilir) kızgın tereyağında önlü arkalı mühürlenir ve kapağı kapatılıp altı mümkün olduğunca kısılarak kendi suyunda pişmeye bırakılır. Kapağı sıkça açılmamalı, pişmesine yakın tuzu eklenmeli. Olur da suyunu çeker ve yine de pişmezse biraz sıcak su ekleyerek pişirebilirsiniz pek tabii. Acelem var derseniz düdüklüde de pişirebilirsiniz, neden olmasın?

Pişen etleri ısıya dayanıklı bir kaba alıp, küçük bir kasede domates salçası, az yoğurdu sulandırın ve etlerin üzerine gezdirin. Önceden ısıtılmış iki yüz derece fırına verin ve etlerin üzeri kızarana kadar fırında tutun.

Sıra geldi bulgur pilavına; tencerede eriyen tereyağına piyazlık doğranmış kuru soğanları katıp, sarartın. Küp doğranmış kırmızı biberi, yemeklik doğranmış domatesleri  ekleyin, bir iki çevirin.  Yıkanmış, suyu süzülmüş bulguru da ekleyin, birkaç dakika daha kavurun, önceden on on beş dakika haşlanmış ve ince kıyılmış bir avuç taze fasülyeyi, sıcak suyunu, biraz da et suyu verin. Tuz, karabiber, biraz da gönlünüzce haşlanmış nohut ekleyip fokurdayan pilavı kısık ateşte pişirin.

Pilav demlenirken, küçük bir tavada tereyağını eritin, ince kıyılmış taze sarımsakları ekleyip altını kapatın. Mis kokulu tereyağının yarısını pilava katıp dikkatlice karıştırın ve yeniden dinlenmeye bırakın.

Servis için alta pilav, üzerine et koyuyor, onun da üzerine sarımsaklı tereyağı gezdiriyoruz.

Sarımsak deyince yüzü gülenlerdenseniz bekleyin...


2 Mayıs 2013 Perşembe

Erzincan Mutfağı'na Giriş: Patates Mıhlaması




Erzincan yemekleri anlatacağım demiştim biliyorum. Zor bir grip, şehir dışına yolculuk, dinlenemeyince geçmek bilmeyen, süründüren  hastalık yüzünden bugüne kaldı başlangıç. Affola!

Anadolu'nun en eski kültür merkezlerinden biri olan Erzincan ili mutfağında  soğuk iklimin, komşu Arap ve Acem mutfaklarının izlerini; buğday, sebze ve etin ağırlıklı olduğu besleyici çorbalar, bulgur ve etin, kuru meyvelerin, doğada kendiliğinden yetişen bitki ve otların kullanıldığını, kış hazırlıklarının önemli yer tuttuğunu görürüz.

Patates mıhlaması da  nefis yöre yemeklerinden yalnızca biri. Haşlanmış patatesler eziliyor ve tereyağında sarartılan piyaz doğranmış kuru soğanlara ekleniyor. Tuz ve karabiber ilavesi ile hepsi özleşene kadar kavrulup tabağa alınıyor. Ortasına kavurma yerleştiriliyor, bolca ince kıyım maydonoz, pulbiber.

Fotoğrafta arkada gördüğünüzgibi  hoşafla, isterseniz ayranla pek güzel gidiyor. Yoksa öyle reklamdaki gibi boyalı gazozla değil, biz yemeğin yanında hoşaf, komposto, ayran içeriz, reklam sinirlerimi bozmakta, başka söze gerek yok.


8 Nisan 2013 Pazartesi

Bahara...



Bahara, güneşe, güzel günlerin umuduna dair...


Yapımı çok çok kolay, dakikalar kadar kısa. Geleneksel bir İngiliz tatlısı: eton mess. Beze, çilek ve azıcık pudra şekeriyle çırpılmış, kabartılmış kremadan mütevellit...



LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin