30 Ocak 2013 Çarşamba

Mutsuzluğa, Yalnızlığa, Gitmemeye Dair



"Bir mektup bıraktı Tante Rosa arkada, üç çocuk bıraktı; biri emzikte, kaz kızartması ve elma pastası yapmasını, yemek masası örtülerini kolalamasını, dolapları yerleştirmesini öğrettiği hizmetçi kızı bıraktı. Margarita ekili bir küçük bahçe, tahta merdivenli, yüksek tavanlı, çalar saatli bir ev bıraktı, her pazar sabahı kiliseye giden, her pazar öğleden sonra sonra koynuna giren kocayı bıraktı, şapka giyen komşu kadınları, sümüklü çocuklarını bıraktı, onların kocalarını, onların da kaz kızartmalı hayatlarını bıraktı, kiliseyi bıraktı, çan seslerini, org seslerini, Noel şarkılarını bıraktı, kiliseden dönen çocukların attığı kar topuyla delinen camı tıkadığı sol memesini, yüreğini yağ tabakasıyla örten sol memesini bıraktı. Gitti. Gitti fabrika bacalarının, gemi düdüklerinin oraya, tramvaylarda herkesin birbirlerinin ayaklarına bastığı ve pardon demediği ve ne merhaba ne de günaydın demediği insanların oraya gitti, pazar günü öğleden sonraydı, akşamdı ya da, yollara düştü arkada soluk menekşeler arasına katlanmış mektuplar bıraktı, gelin elbiseleri, duvaklar bıraktı." 



Sevgi Soysal





Mutsuzluk bulaşıcıydı. Hastalık gibi, kanser gibi kemirgendi. Çalınmıştı bir kere saçlarına. Durgundu. Alıp başını gidesi vardı, Tante Rosa gibi. Yapabilir miydi sahi? Memesini cama dayayan Tante Rosa yapmıştı. Hiç sanmıyordu , o çıkmazdı dönülmez yollara, çıksa bile yarı yoldan dönerdi. Biliyordu mutsuzluğu kapı dışarı edebilirdi yakında. Hem de bırakıp gidemedikleri sayesinde. Durgundu,  hiçbir işin ucundan tutası yoktu. Ne başlamak, ne bitirmek. Uzaktı çok. Sadece mutsuzluğuna gömülüp saatlerce ağlamak, sonra volta atmak, sonra yine ağlamak. İsteği buydu . Sıyrılmak istemiyordu ki çaba göstersin.

Zoraki çıkmıştı evden, teslim edilmesi gereken evraklar vardı, ödenecek faturalar. Dönüşte yaşlı, yorgun  ama güzel köprüden geçti. Altından geçen boklu suyun kokusundan tiksindi bir kez  daha. Yolunu şaşırmış, İstanbul'u, Boğaz'ı bırakıp gelmiş martılara kızdı yine. Az ötedeki yıkılmış, sahipsiz evin bahçesinde baktığı kedilere yemek getirmişti. Besledi  onları, sevdi. Merdivenleri çıkıp evin kapısına yanaştıkça içindeki olağan tedirginliği duydu yine. Oh! Sakindi  ortalık, hırsız mırsız girmemişti eve. Öyle korkardı. Geçmişte hırsızlar dünyayı zindan etmemişler miydi? Bu korku o yıllardan yerleşmiş , gitmek bilmemişti bir türlü.

Evinin sıcağı ve kokusu vurdu yüzüne, kedi kızları kapıda karşıladı onu. Ellerindekilere atıldılar, kokladılar. İşte yeniden mutsuzluğu ile başbaşaydı. Çay yaptı kendine , küçük poşeti daldırdı bardağına. Rengin yayılışını izledi kısa süre. Gitmeden  önce dondurucudan  çıkardığı börekler vardı, ısıttı.  Hoşbuldum sakinliğim dedi, hoşbuldum...

7 Ocak 2013 Pazartesi

Bonfile Sarma




Aslında hazırdı fotoğrafım, oturup yazmak kalmıştı geriye. Dana  bonfileleri (400 gram) strech filmin arasında döverek inceltin iyice, incecik olsun aman. Tavaya yağı koyup yemeklik doğranmış kuru soğanları, sonra kanlıca mantarlarını (yoksa dilediğiniz herhangi bir mantar), yine minik doğranmış yarım kapya biberi katıp çevriştirin, azıcık limon kabuğu rendesi, maydonoz, tuz, karabiber. Ocaktan alın, yarım su bardağı galeta unu ekleyip harmanlayın bir güzel. İncelttiğiniz eti tabağa serin, bir ucuna hazırladığınız mantarlı harçtan koyup, yaprak sarması gibi, kenarlarını toplayarak sarın. İçi bol olursa güzel olur, unutmadan. Sardıktan sonra uçlarını kürdanla tutturun, aman açılmayacak şekilde.

Düdüklüyü ocağa koyun, biraz da tereyağ, erisin. Sardığınız etleri önce una bulayın, silkeleyin fazlasını. Kızan tereyağına atıp, çatal batırmadan, bir maşa ile çevirerek her taraflarını kızartın güzelce. Amman yakmayın! Şimdi sıcak su verin, tam üzerlerine gelecek kadar. Taze biberiye, taze kekik, tane karabiber, biraz tuz, bir defne yaprağı, kapatın ağzını. Buharı çıktıktan sonra hepi topu on iki on üç dakika pişecekler.

Pişen bonfileleri suyun içinden alın dikkatlice. Bu güzel ve lezzetli suyu süzün. Tabaklara sarma ve suyundan koyup servis yapabilirsiniz şimdi. Dilerseniz suyuna biraz da krema katın, kestirmeden hafif ateşte şöyle bir kaynatın, öyle kullanın. Orası sizin bileceğiniz iş diyecektim.  Belki yılbaşı akşamı yaparsınız diyecektim, yılbaşı olmasa bile yemekli misafirler için, kutlama akşamlarınız için, hatta küçük, hatta büyük ve güzel aileniz için. Ama olmadı, oturup yazmak için ne fırsat doğdu, ne de ben fırsat yarattım. Hatta bunun için ayıracağım vakitte başka işler yaptım, öyle çok da mühim olmayan. Sanırım yalnızca ben değil, başka pek çok blogger arkadaşım için de böyle durum. Sosyal medyaya kaydık daha çok. Twitter şeysini pek sevemedim, haftalardır açıp bakmadığım bir hesabım varken hem de. Feysbuk hesabıma bağlı olduğundan Feysbukta ne yapıp ne dediysem oraya da gidiyor ya, bi uğrayıp bakmıyorum işte. Neyse efenim malumunuz Feysbuk için mesai harcıyorum epey, yalan değil. İşte oradaki yerim.  Sonra İnstagram'da  fotoğraf paylaşıyorum, oraya da beklerim.


Bloga yazmama sebeplerim  bunlarla sınırlı değil. Bir de gün geçtikçe blogdan haberdar olan  tanıdığım insanların sayısının artması var. Bu da niye ki demeyin. Beni tanımayanlara kendimi anlatmak,  hayattan yansımalar sunmak daha kolaymış sanki. Eş dost, akraba, çocukların arkadaşları, hatta öğretmenleri derken gittikçe genişleyen bu çemberin ortasında açık seçik olmak pek hoşuma gitmiyor doğrusu. Bundandır eskisi gibi her olanı biteni anlatmayışım. Belki de böylesi sizin için daha iyidir hıı? Ha bir de bunca ayrıntılı açıklama huyumun çocukların küçüklüklerinde durmadan sordukları ama nedeeen sorusuna sabırla verdiğim yanıtlardan kaldığını sanıyordum ben. (Cümle tuhaf oldu ama derdimi anlattı, olsun.) Yok ondan değilmiş, Yay burcunun huyuymuş geçenler okudum. Ne alaka? Hiiç anlatasım var da:

naftalinkokuluanılarçıkıpgelirmişbirbirgeçmişinsandığındanberaberindeyağmurlafısıltısıyladağınık
içimdebirgeceyeşerir
soluksuzum
sardunyakokusugeliryerleşiravuçlarıma
çocuksukorkularboyverirgecede...


LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin